Kano

Kano branşı olimpiyatlarda en çok madalya dağıtan branştır. Akarsu kanosu, Durgunsu kanosu, Deniz kanosu, Kano polo gibi dalları vardır. Bu dallarda mücadele eden kadın-erkek, K1, K2 vb. kategoriler de hesaba katılırsa dünya genelinde ne denli fazla sporcusu olduğu görülebilir.

Ülkemizin deniz, göl, akarsu konusunda oldukça zengin olduğu malumdur. Suyun olduğu her yerde ve doğayı kirletmeden yapılabilen kano branşı için çalışma alanına nakliye ve depolama halledilmesi gereken bir husustur. Maalesef çevremizde kano yapan insanların azlığının sebebi nakliye ve depolama sorunudur. Örneğin İstanbul'da kanonuzu alıp denize doğru dürüst inebileceğiniz bir yerin olmaması manidardır! Hal böyle olunca kano branşı kitlelere ulaşmakta sıkıntı yaşamakta, sporcu yetişmemekte, yetişenler de gerekli istikrarı gösterememektedir.

    En hızlıya - En yükseğe - En güçlüye!..
Citius - Altius - Fortius!..

Kano Günlükleri

Değerli Spor Sever Dostlar:
Kano antrenmanlarımıza ait teknik notlar ve anılarımızın bir kısmını 'Günlük' adı altında siz kano gönüllüsü dostlarımızı motive eder umuduyla yayınladık. Okuyucuyu sıkmamak için bu paylaşımlar belirli bir tarih aralığını içermektedir. Keyif almanız umuduyla...
(24.01.2012) bugün de devrilmedik...
K2 teknemiz, geldiğinden beri haftada en az iki defa su yüzü görmüştür. Sadece benim katıldığım antrenmanların günlüklerini yazdığımdan dolayı aktivite az gibi görünüyor. İşin aslı öyle değil. Nejat eniştem ve Adem ağabey'in hakkını yememek gerek. Onlar sürekli antrenmana çıkıyorlar, benim gibi tembellik etmiyorlar. Bu hafta Adem ağabey rahatsız oluğundan yerini ben kaptım!
Benim tatilde olmam ve havaların da soğuk gitmesinden dolayı bu kez çok erken saatte çıkmamayı uygun gördük Nejat eniştem ve ben. Saat 10:30 hareket, 11 suya iniş oldukça iyi oldu. Yer Caddebostan Plajı. Hava +7 derece. Çok hafif lodos var. Biz -çok- lodosu seviyoruz durgun denizi sevmiyoruz. Kıyı şeridini takip ederek bostancı deniz otobüsü iskelesine kadar geldik. Tam dönecek iken kahvemizi açıktaki çakarın orada içme fikri daha cazip geldi. 90 derece sancak yapıp çakara doğru yol aldık. Kısa bir süre sonra çakarın önünde sığ sularda kahvemizi içmek için hazırlık yaparken hiç beklemediğimiz ve sanki o denize ait olmayan bir dalga sürpriz bir şekilde üzerimize doğru hızlıca gelmeye başladı. Daha ne olduğunu anlamadan, teknenin burnunu gelen dalgaya doğru döndürecek fırsat bulamadan, yan yakalandık. Son bir kürek darbesiyle dengeyi sağlamaya çalıştım. Bu da yeterli olmasaydı muhtemelen alabora olacak ve böylece ilk siftahımızı da yapmış olacaktık! Yok bu sefer de devrilmedik. Sığ sulardan biraz uzaklaşarak -her baktığımda tanımadığım yeni bir binanın yükseldiği- İstanbul şehrine karşı kahvemizi yudumladık. Dönüşte rüzgar karayele döndüğü için deniz nispeten durgunlaştı. Arkadan vuran rüzgar sayesinde dönüşümüz çabuk oldu. Eve döndüğümde anahtarlarımı evde unutmuş olmamı, evdekilerin de dışarıda olmasını, bu sebeple onlar gelene kadar beklemek zorunda kalmamı saymazsak eğer, üzerimden pasımı attığım güzel bir gündü. Sıhhatler olsun efendim.. :)
(17.07.2011) büyük yarış...
Her yıl düzenli olarak katılmayı gelenek haline getirdiğimiz, Asya'dan Avrupa'ya Kıtalararası Kano müsabakasına bu yıl da büyük bir arzu ile katıldık. İlk katıldığımız yıl üçüncü, sonraki yıl ikinci olarak bitirdiğimiz yarışı nihayet bu yıl birinci olarak bitirerek başarı grafiğimizi yükselttik.
(13.02.2011) uzun bir aradan sonra yine...
8 Mart kadınlar günü münasebeti ile çektiğimiz kürekleri bu kez de sevgililer günü'ne ithafen çekiyoruz :)
Ben uzun bir süredir eniştemle kanoya çıkamıyorum ama ofisten Adem ağabey ile kendisi sürekli suda. Neyseki bu hafta varım.
Dün İzmir'den Metin Gençay geldi. Kano'ya bindirmemek olmaz tabi. Metin ağabey'in şansına lodos ve dolayısıyla deniz fena. Plan şöyle: Metin ile eniştem kanoya binecek, ben ise bisiklete. Eniştem sağolsun bisiklet getirdi bana, ilk kez bineceğim için sevinçliyim. Caddebostan sahil şeridini bilen bilir; sabahları koşu yapanlar, paten kayanlar, yürüyenler, bisiklete binenler kısacası spor yapanlarla doludur. Doğa, insanlar herşey mükemmeldir orada. Ben de bisikletimle ilk kez gezeceğim diye niyetlendim ama maalesef olmadı. Deniz öyle kötüydü ki, kanocular açılamadan devrildiler maalesef. Bir kaç kez daha denemede bulundularsa da maalesef olmadı. Şunu anladık ki fırtınalı günlerde suya iner inmez hemen açılmak gerek, kıyıda su daha hırçın oluyo! Kıyıda fazla dolanmamak lazım. Bu güne ait görüntileri elimden geldiğince filme almaya çalıştım. https://www.vimeo.com sitesinde görülebilr. (serkan özkeskin diye taratırsanız tüm videolarımıza ulaşabilirsiniz) Bizimkiler yorulduklarından ve üşüme ihtimallerinden dolayı gezi iptal edildi. Ben de bisikletimle fazla gezemedim. İşin kötüsü yarın sabah metin izmir'e döneceği için rövanşı almak eniştemle bana düştü. Ertesi sabah yani bugün ise deniz dünden dolayı özür dilermişçesine bir durgun bir durgun anlatamam. Çıktık, bostancı deniz otobüsü iskelesine kadar kürek çektik, geleneksel kahvemizi içip geri döndük. Bu sefer dönüşte aracımızda da manzaraya karşı çay içtik, bu da güzeldi valla. Ha bu arada gidişte, dragos üzerinden doğan güneşi izlemek tek kelime ile muhteşemdi. Gökyüzünün kızıllığını görmenizi isterdim. Saat 9:00 gibi evimize dönüp, istanbul'u adam gibi yaşamanın, vücudumuzun ihtiyacı olan egzersizi yapmış olmanın verdiği mutluluk ile sıkı bir kahvaltıyı hak ettiğimizi ve bu keyfi de yaşadığımızı söylemek isterim. Yaşamak çok güzel..
(24.03.2010) sedef adasını dolaştık...
Planlarımızdan biri de Sedef Adası'nı dolaşmaktı ve nihayet bugün bunu da gerçekleştirebildik. Her zamanki gibi 07:30 da Dragos Tepesi yakınındaki sigara fabrikası önünden denize indik. Daha doğrusunu söylemek gerekirse, kullanılmayan eski bir motor iskelesinin "girmek yasaktır" tabelasını görmeden girdik. Burası suya iniş için oldukça müsait ve ben bu noktayı uydu fotoğraflarından daha önceden tespit etmiştim. Laf aramızda suya iniş çok rahat ancak çıkış için aynı şeyi söylemek zor. Hava puslu ve +10 derece. Deniz ise poyraz esiyor ve durgun. İstanbul'lular bilir; sedef adası küçüktür, etrafı toplam 3,5 km. kadardır. Bu nedenle etrafını da turlayarak turumuzu tamamlamayı uygun gördük. Gidiş-geliş mesafesini de eklersek tam 13,5 km. lik bir mesafe kat etmiş oluruz, olduk da .) 
Macerasız, çok huzurlu bir seyahat oldu. Ne zamandır kahve içmeyi ihmal ettiğimizi güzelim ada manzarası karşısında bir kez daha hatırladım. Sabahın erken saatlerinde adanın arkasındaki doğa manzarası içinde martıları dinlemek huzur vericiydi.Bir dahaki sefere kahveyi unutmamalıyım. Seyahatimiz tam 2 saat 15 dak. sürdü ve kürek çekmeyi hiç bırakmadık. İyi iş.. 
Çıkışta bizim gibi deniz gönüllüsü bir bey ile tanıştık, sohbet ettik. İstanbul'un güzelliklerini elinden geldiğince yaşamaya çalışan insanlarla tanışmak ne mutlu...
(13.03.2010) kesinlikle tavsiye etmem…
"İlk fırsatta yapılacaklar" listemiz var eniştemle benim. Ya da "yapılacaklar listesi için fırsat yaratılacak" gibi beklentilerimiz var. Geçen gün 29,5 Km. lik 2 saatlik bir parkuru bitirmenin bünyeye verdiği gazı eritmeden yapılacaklar listemizin gereğini yerine getirmeye karar verdik.
Saat 06:55, Caddebostan plajından suya henüz indik. Arabaya bindiğimde hava +8 dereceyi gösteriyordu. Deniz oldukça durgun, tam istediğimiz gibi. Aslında durgun denizi pek sevmediğimizi dalgaları tercih ettiğimizi defalarca söylesem de bugün durum biraz farklı. Kumkapı'ya gidiyoruz. Ofisten Adem Bey bizi plaja bıraktı ve Kumkapı'da karşılayacak. 30 dakika durmadan kürek çekerek moda önlerine kadar geldik. Burada 1 dakikalık çikolata molası verdikten sonra, gezimizin ikinci ve tehlikeli kısmına geçtik. Puslu havadaki görüntü nispeten netleştikten sonra karşı kıyıyı görür gibi olduk. Sahil güvenliğe ait radar kulesini ve cankurtaran fenerini görünce bu istikamete doğru rotamızı belirledik. Burada dikkatinizi çekmek isterim; bu şekilde karşıya geçmek en son yapacağınız şeydir. Kocaman yük gemileri istanbul boğazına girerken ilk olarak Haydarpaşa'ya doğru yanaşırlar. Oradan sola doğru kıvrılarak kıyıya yakın seyreder ve Karadeniz'e doğru tırmanırlar. Yani sayarburnu yakınından geçmezler bile. Bu bölgede tahmin edemeceğiniz kadar kuvvetli ve sürekli bir akıntı vardır. İşte biz bu yasak bölgeyi direkt geçerek karşı yakaya varmaya çalıştık. Tam 1,5 saat boyunca tempolu kürek çekmek zorunda kaldık. Hatta günün sonunda şöyle bir hesap yaptık da, geçen gün 2 saatte yaklaşık 20 Km. mesafe yapabilmişken bu gün 2 saatte bunun sadece yarısı kadar yol gidebilmişiz. Akıntıyı varın siz tahmin edin. Neyse, bu arada yük gemilerini, şehir hatları varpularını, deniz otobüslerini vs. kollamanız gerek. En tehlikeli olanı büyük gemiler. Tam yol ileri giden bir geminin tornistan yapması halinde durabilmesi için 9 km. mesafeye ihtiyacı vardır! Durması veya manevra yapması çok zordur. Üstüne üstlük akıntıya karşı kürek çekerken, uzaktan geldiğini gördüğünüz bir gemi sizin önünüzden mi geçecek yoksa arkanızdanmı geçecek kestirmeniz imkansızdır. Yol vermeye kalksanız akıntı sizi geri sürükler, geçmeye kalksanız çok yakınından geçip dalgasını arkanızdan yeme ihtimaliniz var ve bu da alabora olmanıza sebep olur. Kıyıdan bu kadar uzak bir noktada devrildiğinizde şansınız varsa Yalova'dan çıkarsınız! Hedefe doğru ilerlerken , Haydarpaşa limanının sağımda kaldığını görebildim. Maalesef dakikalar boyunca kürek çekmemize rağmen limanı halen sağınızda görmek sinir bozucu oluyor. Bu tamamen boğazın coğrafik yapısından kaynaklanmakta. Harita üzerinde bunu farketmeyebilirsiniz ama akıntıya maruz kaldığınızda bu enteresanlığı farkedersiniz. Kumkapı'ya vardığınızda bile Haydarpaşa halen aynı yerde kalıyor olacak :) 
Az gittik uz gittik nihayet kumkapı balık halinin hemen bitişiğindeki bir viran iskeleye yanaştık. Adem Bey ve kamyonetimizi orada görmek ne güzel bir duygu. 
Zannetmeyin ki maceramız bitti. Size söylemedim, planımızın üçüncü safhası da var: Boris'in yerinde kahvaltı. Eniştemin iş ortağı Vedat Bey Kumkapı'da kendi adını verdiği bir işletmede balık ağı satıyor. Ne zamandır yapılacaklar listemizde yer alan bir programı da Vedat Bey sayesinde hayata geçirmiş olacağız. Kumkapı meyhanelerinin bulunduğu meşhur sokağı herkes bilir. Tren yolunun altından geçer geçmez görsel bir şölen karşılar sizi. Girer girmez soldaki ilk sokağa girerseniz az ileride sağda "Vedat Balık Ağı" tabelasını göreceksiniz. Bu noktadan sonra Vedat Bey'in peşine takılmanız halinde, sizi arka sokakta kahvaltı yapabileceğiniz Boris'in mekanına götürecektir. Size tavsiyem gitmeden önce meşhur kumkapı simitinden almayı unutmayın. İçeride çok taze bal-kaymak tabağı, eski kaşar, beyaz peynir, zeytin ve sıcak sütten oluşan kombinasyon ile kucaklaşacaksınız. Afiyet olsun...
(10.03.2010) nihayet yarım kalan işi başardık...
Anadolu Hisarı'ndan Caddebostan'a tek gidişlik bir tur denememizin hava muhalefetinden dolayı yarım kaldığını daha önce yazmıştım. (Bkz. 20.12.2008 tarihli "Modayı takip edemedik" başlıklı günlüğümüz) Bugün nihayet başardık ve inanın çok mutluyum. Şimdi şöyle oldu :) ...
Saat 06:00 da yola çıktık ve tam 07.00 da Anadolu Hisarı'nda suya inmiş halde hazırdık. Hava soğuk ve 5 derece, deniz ise hafif çalkantılı yani fena değildi. Göksu deresi'nden boğaza çıktık ve sola kıvrılarak boğaz köprüsü istikametine doğru asıldık küreklere. Buralarda akıntı bizimle birlikte olur. Bu neticeyi engin tecrübelerimize dayanarak söylüyorum! (Bkz. 08.11.2008 tarihli "5 tabak börek yedik" başlıklı günlüğümüz :p ) 
Birkaç büyük yük gemisinin oluşturduğu dalgalar ile boğuşarak ama sorunsuz bir şekilde üsküdar vapur iskelesine ulaştık. Parkurumuzun bundan sonraki kısmının deniz trafiği açısından yoğun ama heyecanlı ve biraz da tehlikeli olacağını bilerek devam ettik. Geçen sefer Marmaray çalışması için yapılmış olan uzun iskelenin altından geçmeye çalışırken kuvvetli akıntı yüzünden savrulduğumuzu hatırlayarak, bu kez iskelenin çevresini dolaşmayı uygun bulduk. Dolayısıyla devamında güzelim Kız Kulesi'nin tam arkasında bulduk kendimizi. Ne zamandır kano ile buraya yaklaşmak istemişimdir zaten. Akıntı burada her zaman çok kuvvetlidir, bu yüzden kuleyi teğet geçip hareme doğru ilerledik. Harem, Haydarpaşa ve devamında Kadıköy'e kadar yoğun bir şehir hatları vapur trafiği olduğunu İstanbul'lular bilir. Gezinin en tehlikeli kısmı da burası zaten. Malumunuz hafta içi mesai günü ve Haydarpaşa Tran Garı'na ait büyük saat 08:15'i gösteriyordu. Yani deniz trafiğinin en cavcavlı zamanı. Sabah mağmurluğunu henüz üzerlerinden atamamış yolcuların tuhaf bakışları arasında, en uygun zamanı kollayıp kendimizi ilk olarak büyük dalgakırana doğru attık. Sonrasında bu hat boyunca ilerleyip moda'ya doğru yol aldık. Geçen seferki gezimizin bittiği yer de işte tam burasıdır. Ama bugün kararlıyız ve devam ediyoruz. Demin de dediğim gibi başlangıç noktasında Kadıköy'e kadar 1 saat 15 dakikada geldik. Şimdi ise arkamızda canım boğazı bırakıp, adalar manzarasını sağımıza alarak Moda üzerinden Fenerbahçe'ye doğru kürek çektik. Bu bölgede hiç akıntı olmaz, kas gücünüze güvenmek zorundasınız. Ama deniz boğaza nazaran daha durgundur. Fenerbahçe'den sonra Dalyan gelir ve son durağımız olan Caddebostan Plajını buradan görebilirsiniz. İşte zafer duygumuzu tadacağımız yer önümüzde bizi selamlarcasına sessizce bekliyor. Buraya kadar hiç ara vermeden kürek çekmemize rağmen plajın davetkar duruşu karşısında yorgunluğumuzdan eser kalmadı. Uzun zamandır antrenman yapmamış biri olarak fena performans değil hani. Nihayet tam 2 saat sonra saatimiz 09:00 'ı gösterdiğinde yarım bıraktığımız işi tamamlamanın verdiği haz ile kıyıya attık kendimizi. Meğer hava soğukmuş ! Ofisten Adem Bey; ki kendisi çiçeği burnunda bir kanocudur artık, planımız gereği sabah bizi Anadolu Hisarı'na bıraktıktan sonra kamyoneti buraya park edecek ve işe otobüsle dönecekti. Öyle de yapmış zaten. Büyük bir heyecanla etrafa bakındık ve toyotayı görmemiz bizi çok sevindirdi. Eğer göremeseydik duygumuz ne olurdu diye merak ediyorsanız, başka bir gezide sizi de aramızda görmek isteriz :)
Günlüklerimizi devamlı okuyan arkadaşların "kahve keyfi" n'oldu:? Diye sorduklarını tahmin ediyorum. Hemen yanıtlayayım: Kahve mahve yok bu sabah! Sıcacık komyonetimiz ile evimize dönüp hakederek yediğimiz sıkı bir kahvaltıdır size son söyleyeceğim. Mutlu son...
(16.12.2009) ben böyle dalga görmedim...
Çarşamba günü dersim öğlen başlayacağı için sabah erkenden bir antrenman iyi gider diye düşündüm. 
Bu vesile ile eniştemin teklifini kabul etmiş halde buldum kendimi. Acaba kandırıyormuyum kendimi. Kendime bunu yaparmıyım, evet yaparım. Yaptımda! 

Sabah 06:00 da yola koyulduk. Hava daha aydınlanmamıştı ve ısı +9 derece. Düne göre oldukça iyi. Biliyorum lodos var ve bu yüzden hava ılık. Biz de bu durumu fırsat bilip, "İzmir iti" gibi titremeyeceğimize emin olarak çıktık yola. Denize yakın bir yere arabamızı park ederken, denizin sesini duyar gibi olduk, aslında bu mesafeden pek duyulmazdı. Neyse kanomuzu sırtladık, kısa bir mesafe yol alıp kumsala vardığımızda hava hafiften aydınlanır gibi oldu. Yani önümüzü görür gibi olduk! Kocaman dalgalı denizi görmek ilk etapta şok etkisi yapsa da kimseden ses çıkmadı. Tek hatırladığım plajın dalgakıranına çarpan suların epey havalara yükselmesiydi. Sanki TV seyrediyorum ve haberlerde lodos ihbarı yapılıyordu. Plajın içinde olmamıza rağmen dalgalar yüzünden kanoya binmemiz mümkün olmadığından, daha kuytu bir yer bulduk. Derken açık denize çıkar çıkmaz kocaman bir dalga, önümüzdeki 2 saatin nasıl geçeceğine dair ipucu verir gibiydi! İlk kez bu denli lodoslu bir havada denize açılacaktık. Bunu yapmamızın iki nedeni var: Birincisi tekneyi ilk kez böyle bir havada denemiş olacaktık. Diğeri ise; sanırım kaşınıyorduk! Kısa keseyim, iki saate yakın suda kalarak, deli dalgalarla boğuşarak, hatta aaaa delilere bak der gibi bakan bir semt sakini bayanın fotoğraf makinesine malzeme olarak antrenmanı devrilmeden tamamladık. Bu kadar hırçın bir denizde antrenman yapmak keyifli değildi tabi ama inanın güneşin doğuşunu denizden seyretmek inanılmazdı. Ufukta bir görünen bir kaybolan kızıl gökyüzünü bu şekilde izlemek herkese nasip olmaz. Ne mutlu bize ki biz şanslıydık. Ha unutmadan fotoğraf çekemedik. Kahve? Maalesef.. Yorgunluktan ölüyorum....
(12.12.2009) uzun bir aradan sonra nihayet…
Maalesef yaşanan uzun bir aradan sonra nihayet tekrar antrenmandayız. Isı 8 derece, hava yağışlı ve soğuk. Ama ne farkeder! Çok özlemişiz besbelli. Dalyan'dan Bostancı'ya kadar tek hamlede hiç mola vermeden gidip döndük. Aradaki kahve molamızı saymıyorum zira o da artık seramoni olmaktan çıkıp, olmazsa olmazlarımızdan oldu. Yeni suya iniş noktaları bulmayı planlıyoruz, bunun için tekneyi daha uzun mesafelerde taşımak gerekebilir. Bu nedenle basit tekerlekli bir düzenek yapmayı planlıyoruz. İleride detayları hakkında bilgi vereceğim. Başka parkurlar belirlemek istememizin bir diğer sebebi maalesef, bizi rahatsız eden kişilierin varlığı! Her suya indiğimiz yerde mutlaka bizden para tırtıklamaya çalışan sözüm ona iskele, plaj, kayıkhane insanları mevcut. Oraları mesken edinmişler, daha doğrusu emlakçı dilinde istila etmişler. Bizden bir dahaki gelişimizde para, bira, çay, şeker vb. haraç istemeleri ilk etapta rica ile oluyor, karşılık göremediklerinde de iş tehdit boyutuna kadar yükseliyor. Uymazsanız nemi olur, siz antrenmandan döndüğünüzde arabanız zarar görmüş olabilir ve hiçbirşey iddia edemezsiniz. Ne demiş şair: "-Bundan başka İstanbul yok!" 
(03.09.2009) parkurumuz değişti...
Uzun bir aradan sonra yeni bir antrenman günü ve bu kez parkuru değiştirme kararı verdik. Dana önceden fenerbahçe-bostancı arası geçtiğimiz parkur, şimdi parkur bitiminin hemen yakınındaki süreyyapaşa plajından başlayıp maltepe sigara fabrikasının hizasına kadar oluşturuldu. Sonuç itibariyle hayli sevdiğimiz bu parkuru bundan böyle devamlı kullanma kararı aldık. Artık ne zaman sıkılırız bilmiyorum ama zamanı gelince buradan da yeni yerlere yelken açabiliriz muhtemelen! Hava mükemmeldi, deniz ise aynı şekilde harika. Hele hele manzarayı anlatmaya kelimeler yetmez. Çok keyif aldım açıkçası. Zaten burayı tercih etmemizdeki iki sebepten biri manzara ve diğer ise ulaşım. Neden mi? 
Kanomuz kayışdağı inönü mahallesinde duruyor ve bu bölgeden süreyyapaşa sahile inen yeni ve harika bir yol var. Genellikle de yoğun olmuyor. Bu sebeple yeni güzergahımız bu olacak. Kahve mi? Hayır kahve içmedik, eniştem oruç tuttuğundan kahve keyfimizi erteledik.
(16.07.2009) büyük yarış öncesi son çalışma…
Büyük yarışa 2 gün kaldı. 19 Temmuz da İstanbul Boğazında yarışacağız. K2 sınıfında ilk kez yarışıyor olmamızın heyecanı var mutlaka. İşin güzel tarafı bu yarış maraton düzeninde start alacak ve K1 ler ile K2 ler birlikte start alacak. Hatta K2 ler karışık ve serbest olarak ister erkek, ister bayan, isterse karışık takımlardan oluşabilecek. Benimde hep merak ettiğim bir konu da bu teknelerin birbirlerine olan avantaj ve dezavantajları. Bakalım göreceğiz! Bu bizim son antrenmanımız. Herkese başarılar dilemek adettendir…
(19.07.2009) büyük yarış…
İstanbul Boğazında yapılan ve Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (T.M.O.K.) tarafından organize edilen Asya’dan Avrupa’ya Uluslararası Boğaziçi Yarışmalarına K2 miz ile katıldık. Alışkanlık olduğu üzere bu hadiseyi günlüğe yazıyorum ama detaya girmeyeceğim. Çünkü aldığımız keyfi anlatmaya kalkmak beni en az bu yarış kadar yoracaktır. Bizlerle olanlar bu keyifli pazar gününün tadını doyasıya çıkarttı. Biz de öyle. İstanbul’da olmak İstanbul’lu olmak bugün bir başka güzel geldi bana. Yarış parkuruna gelemeyenler sanırım CNN ekranlarından canlı olarak izleme şansına sahip olabilmişler. Bu vesile ile İngiltere ve Türkiye’den desteklerini hiç eksik etmeyen “tüm ailemize” şükranlarımızı sunuyoruz. Bu ilk yarışımızda elde ettiğimiz üçüncülüğümüz aileye armağan olsun..
(09.07.2009) boğaz yarışlarına hazırlanıyoruz…
19 temmuz da geleneksel İstanbul Boğazı Asya-Avrupa yüzme,yelken,kürek,kano yarışlarına k2 ile katılıyoruz. Bunun için yeteri kadar antrenman yapamadık, kış ayındaki tempomuzu koruyabilseydik çok iyi olacaktı. Neyse bugünkü çalışmamız yarışmaya endeksli olduğundan bazı ölçümlere ihtiyacımız olacak diye yeni aldığımız GPS cihazımızı da deneme fırsatımız oldu. Hız, mesafe vb. ölçümler elde ettik, yarışma tempomuz herhangi bir aksilik olmaması halinde buna göre belirlenecek. Ancak ölçüm yapılan yer Dalyan-Bostancı arası ile yarışın yapılacağı yer olan Boğaz arasında ciddi akıntı farkı var. Bunu hesaba katmak gerek. Yine de şunu söyleyebilirim ki GPS türü cihazlarla antrenman güzel oluyor. Tavsiye ederim.
(20.06.2009) yine adadayız…
Uzun zamandır eniştemle birlikte şöyle sıkı bir antrenman yapmamıştık. Paslandım valla. Neyseki bu hafta beni arayıp cumartesi çıkıyormuyuz diye sorduğunda anladım ki paslı günler bitecek. Ben de kendisine hiç düşünmeden memnuniyetle isterim, hatta her saat bana uyar dediğimde nerden bileyim 05:30 diyeceğini! Ben daha şoku atlatmamıştım ki telefonumun alarmı çaldığında saat 04:15 ‘i gösteriyordu utanmadan! 05:30 ‘da buluşma, 06:00 ‘da suya inme derken kendimizi adaya doğru kürek çekerken buldum. Her ne kadar erken kalkmaktan hoşlanmasam da İstanbul sabahları bir güzel oluyor ki, iyi ki kalkmışım diyorum. Deniz mükemmel, hava mükemmel, ver elini kınalı ada.. Eski performansımızdan eser kalmamış olsa bile ilk günkü kadar da ham olmadığımızı fark etmek mutluluk verici. Tek solukta adaya vardığımızda görünen manzarayı anlatabilmeyi çok isterdim. Bütün yorgunluğumuzu unuttuğumuz gibi ekstra keyif de yanımıza kar kaldı. Tahmin ediyorum bu saatlerde sahildeki evler adaya karşı kahvelerini içerken biz ise canım İstanbul’a karşı keyifle yudumladık demli kahvelerimizi. Dönüş yolu da bir o kadar keyif vericiydi. Özlemişsiz be!
(07.06.2009) denize girdik…
Bugün ilk defa pazar günü öğleden sonra çıktık. Şu kadarını söyleyebilirim, mecbur kalmadıkça tekrarlamamak gerek. Yoğun bir deniz trafiği var ve oldukça keyif bozucu açıkçası. Ayrıca her zaman keyifle yoğurt yediğimiz kanlıca iskelesi yanında bulunan kafedeki garsona bile uzun bir süre sonunda ulaşabildik. Laf aramızda daha da acı olanı; haber gönderdiğimiz çocuğa ” dışarı servis vermiyoruz” diye cevap vermiş. Daha önceleri güler yüzle karşılayan esnaf, mekanda müşteri dolunca maalesef şımarık davranıyor. Bundan başka istanbul yok tabi! Garson haşmet mahapları teşrif ettikten sonra yoğurtlarımızı alıp hemen uzaklaştık mekandan. Boğaz sakinlerinin plaj diye tabir ettikleri koyda yedik yoğurtlarımızı. Orada bir yalının iskelesine park edip, magandalar gibi bağıra bağıra denize atladık. Deniz çivi gibi soğuk ama mükemmeldi. Kahvelerimizi ise köprünün hemen altındaki lacivert restaurant karşısında yudumladık bu kez. Her zamanki gibi plaja neden gitmediğimizi merak edenler için açıklayayım; hınca hınç doluydu da ondan! Bu sebeple smo-roll bile çalışamadık, sağlık olsun. Gezi bitiminde kanolar ile birlikte kendimizi de yıkamamız iyi geldi ne yalan söyleyeyim. Bu arada; yine balık tutamadık. Artık pes ediyoruz.. 
(23.05.2009) smo-roll çalıştık…
Görev yaptığım okuldan oluşan ekibimize Aydın Karahan hocamız ve Ümraniye End. Meslek Lisesi’nden Nurettin Hoca da katıldı. Boğaz kano için oldukça elverişliydi. Hava güneşli olduğundan aramıza katılan dostların etek giyme merasimleri net bir şekilde fotoğraflandı 
Bu kez farklı bir uygulama yaparak temel eğitimi ben değil de ekip arkadaşlarım verdi. Böylece naçizane misyonumu gerçekleştirmede bir adım daha ileri gitmiş oldum, ne mutlu.
Her zamanki gibi seyahatimizin ilk etabı küçüksu plajında tamamlandı. Burada içilen geleneksel kahvelerin yanı sıra devrilme (smo-roll) çalışmamızın ilkini gerçekleştirdik. İlk kurban olarak her ne kadar başarılı olamasam da eminim bir dahaki sefere daha da geliştireceğim. Suların nispeten ısınması ile ekibin diğer elemanları da burunlarını tuzlu su ile yakmak zorunda kalacaklar. Plajdaki molamızın ardından kanlıca’ya gidip yoğurt yemeyi ihmal etmedik tabi. Bu arada balık tutmaya çalışan ben maalesef yine eli boş döndüm 
(16.05.2009) rasgele...
Artık havalar güzelleşti, daha hafif kıyafetler giyebileceğiz. Haziranın ilk haftası smo-roll (dönüş) çalışması yapmayı planlıyoruz. Bugün Evrim’de aramıza katıldı. İlk günü olmasına rağmen grupla beraber Kanlıca’ya kadar gidebildik. Evrim kahve haricinde gruba uyum sağladı. Maalesef sade kahve içmiyor :p Sabah erken saatlerde çıktığımızdan deniz oldukça sakindi ve akıntı azdı. Geziler sırasında kullanmak üzere kamış oltama kaşık bağlayıp balık tutmaya yeltendim ama mevsimi olmadığından maalesef hiç birşey yakalayamadım. Bir dahaki sefere çapari yapacağım. Peşimde olta ile seyahat edince kürek çekmek nispeten güç oluyor. Bu da iyi bir antrenman şekli oldu aslında. Bunu değerlendirmek gerek.
(09.05.2009) paralandık!
Saat sabahın 08’i olmasına rağmen hava oldukça güzel. İlk kez t-shirt giyerek geziye çıkıyoruz. Deniz de mükemmel. Çalıştığım havuzdan iki eğitmen arkadaşım Erdoğan ve Tarık ‘da bugün bizlere katıldı. Adet gereği kendilerinin etek giyme törenini belgeledikten sonra rutin işlerimizi tamamlayıp suya indik. İlhan Gümüşay, Sinem Yetişmiş, Hanife Kurtalan, Kübra Şık, Erdoğan Gündüz, Tarık Yurtseven ve Ben toplam 8 kişiden oluşuyor bugünkü takım. İlk olarak her zaman olduğu gibi Küçüksu Plajında kısa bir kahve molası verildi. Akabinde ver elini Kanlıca iskelesi. Geçen haftadan tecrübe ile bu kez yanımıza para almayı unutmadık. Paraladık kendimizi! Kesin yoğurt yiyoruz kaçarı yok. Diğer günlerden farklı olarak balık yakalamayı da hedefliyoruz. Fatih Köprüsünün altına geldiğimizde rastgele diyerek saldık oltaları boğazın akıntılı sularına. Oltalarımız kanomuzun arkasından sürüklene sürüklene kanlıcaya vardık. Nihayet bol şekerli meşhur kanlıca yoğurtlarımızı büyük bir iştahla sipariş edip, yedik ayıptır söylemesi. Güzel oldu valla. Dönüş yolunda balık sevdamızı da bırakmadan başlangıç noktamıza doğru asıldık küreklere. Takımın performansı her geçen gün artıyor, bu güzel. Yakında 1. boğaz köprüsüne doğru gitmeyi ve oradaki kıyı güzelliğini de hep beraber izleyebilmeyi umuyorum. Karaya çıktığımızda maalesef Çengelköy de aracımızı park edecek bir yer bulamadığımız için orada börek yiyemedik. Ama bu durum hiç börek yiyemediğimiz anlamına gelmesin, bizim pastanede çok börek yedik. Acıkmışız. Güne dair hatırladığım şey ise yoğurt yedikten sonra bir ara direksiyon başında İstanbul trafiğinde beklerken uyumak isteğimin tavan yapması oldu.
(02.05.2009) uzun bir aradan sonra tekrar caddebostan...
Sanırım uzun zaman oldu eniştemle antrenman yapmayalı. Hamladığımı hissediyorum. Hava kötü de olsa cumartesi sabahı erkenden düştük yollara. Her zamanki gibi aracımızı Zanzibar’ın yanına çekip açıldık vakit kaybetmeden. Hava kapalı hatta hafif yağışlı, dün gece sağanak vardı. Isı +10 derece civarı. Ortalama 1 metrelik dalgalar sevdiğimiz türden. Bostancı vapur iskelesine kadar durmadan kürek çektik, doğrusunu söylemek gerekirse gerçekten hamlamışız. Kahvemizi keyifle yudumladıktan sonra başladığımız noktaya döndük. Bu ay sonunda Marmaris’te Türkiye şampiyonası var. Bir de yaz ayında boğaz maratonu. Galiba Haliç’te dragon tekne yarışları da olacakmış. Hepsine katılmak güzel olur. Biraz daha sıkı çalışmalı. Acı çekmeden başarı yok!
(25.04.2009) paran yoksa boğazda dolaşmayacaksın!
Bugün aramıza Turan Haşhaş hocamızda katıldı. İlk kez 7 kişi ile birlikte gezi yapma fırsatı yakaladık. Kano sayısı fazla olunca kayıkhaneden alınıp suya indirilmesi, antrenman sonunda yıkanıp kaldırılması vs. biraz zor oluyor ama topluca gezmek de keyifli doğrusu. Hava genelde açık ve deniz fena değil, rüzgar kabul edilebilir seviyedeydi. Aramıza yeni katılan arkadaşlara yapılan etek giyme töreni olsun, kanoların suya indirilmesi vs. vs. olsun rutin işlerimizden olduğundan artık burada tekrar tekrar bahsetme gereği duymuyorum! Etekler giyildi fotoğraf ile belgelendi ve suya inildi desem anlaşılır sanırım!
Saat 11:00 ‘ı gösterirken Göksu dere ağzından Kanlıca’ya doğru yönelmeyi tercih ettik. Çünkü akıntı ters yöndedir ve öğleden sonra deniz bozar. Bu sebeple gücümüz yerindeyken ve deniz iyi durumdayken direkt Kanlıca’ya doğru yöneldik. Ben geçen hafta olduğu gibi fotoğraf çekme işi ile ilgilendim. Süper markete alışverişe gittiğimde eğer vaktim varsa ilgilendiğim belli başlı rafları didik didik eder mutlaka kıyıda köşede kalmış bana uygun bir şey bulurum ve define bulmuş gibi sevinirim. Geçenlerde Migros’da oto reyonunun da su geçirmez taşıma çantası buldum bir tane. Fiyatıda 3 TL. civarıydı. İçine cep telefonu, fotoğraf makinesı, araba anahtarı, para vs. koyabilirsiniz ve çok gereklidir bilginiz olsun. Bende büyük bir hevesle yeni çantamı boynuma asarak kanoma bindim, Kanlıca’nın yolunu tuttum ve nihayet oraya vardık. Buraya kadar her şey güzel ama yanıma para almadığım için de deniz kıyısında bulunan kafede yoğurt yiyenlere bakarak geri döndük. Bozuntuya vermeden küçüksu kasrı yanındaki plaja kadar gidip, plajda kahvemizi keyifle yudumladık. Günün sürprizi İlhan hocadan geldi; o da çay getirmiş. Kayıkhaneye vardığımızda bu mutlu haberi aldık ve çaylarımızı da keyifle yudumladık. Kayıpsız geçen bir günün ardından Turan hoca, deniz tanrısı poseidon’a şükranlarını sunmak amacı ile güneş gözlüğünü kurban etmek istemiş olsa bile, bahsi geçen gözlüğü uzun arayışlar sonunda çöp kovasının yanıdan alıp kendisine geri verip, etek giyerken çekilmiş fotoğrafların poseidon’u yeterince tatmin edeceğini hatırlattık. Bu arada günün ana fikri ne diye sorarsanız; Boğazda paranız yoksa küçüksu plajından öteye gitmeyin derim…
(11.04.2009) yaşasın bahar geldi...
Uzun bir aradan sonra tekrar Anadolu Hisarı’ndayız nihayet. Hava açık, +9 derece ve lodos esiyor. Deniz lodos yüzünden çalkantılı ve rüzgarlı. Buna bir de boğazın akıntısı eklendiğinde parkur zorlaşıyor. İlhan Gümüşay hocamızda ilk kez aramıza katılıyor bugün. Takımın diğer elemanlarından Sinem, Hanife ve Kübra ile beraberiz. Bu kez öğle vakti çıkmaya karar verdik. İlhan Hocaya ön bilgi vermeden direkt suya attık, bravo valla hemen kavradı olayı. Dere içinde gezinti yapmadan direkt olarak boğaza açıldık. Öncelikle Göksu deresinin ağzından sola kıvrılıp Göksu plajına kısa bir gezi yapıp, adet gereği plajda kahvemizi yudumladıktan sonra Fatih Köprüsüne doğru asıldık küreklere. Rüzgar ve akıntıya karşı kürek çekmek güç oldu hakikatten. Dalgalı deniz başlangıç seviyesindeki kayakçıları tedirgin etse de biliyorum ki ileriki zamanlarda durgun sudan keyif almayacaklar. Özellikle fırtınalı havalarda dalgalarla boğuşmayı tercih edecekler. Ahada buraya yazıyorum! Günün şanssız ismi Sinem oldu! Dümen arızası yüzünden teknesini kontrol etmekte epey zorlandı. Bu nedenle istediği hızda seyredemedi. Böyle hendikaplar yüzünden gruptan kopmak maalesef üzücü olur. Müsabakalarda kullanılan kayaklar dümensiz olur ve kullanımı zor değildir. Ama denizin bugünkü hali maalesef kontrolü zorlaştırdı. Deniz durgun olsaydı daha iyi olurdu. Ama olsundu. Uzun zamandır yapmayı istediğim şeyi bugün yaptım ve bol bol fotoğraf çektim. Bu yaz bir günümü kano üzerinde profesyonel bir makine ile sadece fotoğraf çekmek için ayırmayı düşünüyorum. Deniz arzuladığımız hedefe ulaşmamıza izin vermediği için fatih köprüsüne az mesafe kala maalesef geri dönmek zorunda kaldık. Ama gün güzeldi, her tarafımız ıslanmış olsada ekibin keyif aldığını düşünüyorum. İlhan hoca ile kararlaştırdık, sular ısındığında kasıtlı olarak devrileceğiz.
(05.04.2009) ilk gece yolculuğu denememiz...
Uzun zamandır heyecanla beklediğimiz yeni kürek setimize nihayet kavuştuk. Denemek için can attığımız bir gün batımı sonrası suya inmeye karar verdik. Marmara’nın karanlık sularında antrenman yapmak nasıl olur diye merak edip duruyorduk, böylece bunu da öğrenmiş olacağız. Her zamanki gibi Caddebostan plajındayız, saat 20:45 civarı, hava yaklaşık 9 derece ısıda, deniz kuzey esiyor ve çok hafif çalkantılı, her şey çok güzel. Ben neopren giymedim, eniştem ise giydi, sonuçta her ikimiz için rahatsız edici bir durum olmadı. Bu aylarda yavaş yavaş neoprenden vazgeçmeye başlanabilir. Özellikle gündüzleri gerek kalmaz diye düşünüyorum. Kanomuzun üzerinde kural gereği ufak bir lamba taşıyoruz, birdahaki sefere kırmızı ve yeşil çakar kullanmayı planlıyoruz. İtiraf etmeliyim küreklerimiz harika. Çok hafif ve ergonomik. Kano işini ilerletmeyi düşünüyorsanız kendi kişisel malzemelerinizi edinmenizi öneririm. Öncelikle kürek sonrasında yelek ve etek sahibi olmalısınız. Başkasına ait kano ile seyahat edebilirsiniz ama kişisel malzemeler size ait olursa daha güvenli olur. Kıyı boyunca Caddebostan deniz otobüsü iskelesine kadar durmadan kürek çektik. Hani çocuklar yeni alınmış ayakkabılarını ayaklarına ilk geçirdiklerinde olanca hızlarıyla koşup dururlarya biz de öyle durmaksızın kürek çektik. Küreklerin performansı onca ödenen paraya karşılık bizden tam not aldı. Öyle ki hiç durmadan dönüp başlangıç noktamıza geldiğimizde dinlenmeden Dalyan’a kadar gidip döndük. Gecenin sonunda saat 22:45’i gösterirken parkuru hiç mola vermeden tamamlamış olduk. Bir ara aklıma gelsede kürek çekmek zevkinden olsa gerek kahve molası vermemiz gerektiğini enişteme kasıtlı olarak hatırlatmadım! Tüm yaz boyunca gece antrenmanı yapmayı kafamıza koyacak kadar keyif aldık. Tavsiye ederim. Bu seferki “kano günlüğümüz“ olmaktan çok “kano geceliğimiz” oldu.
(08.03.2009) kadınlarımız için kürek çektik…
Bugün dünya kadınlar günü. Farklı bişey ne yapsak ne yapsak diye çok düşündük ve bugün çektiğimiz kürekleri kadınlarımıza adadık :p
Caddebostan plajındayız, hava 11 derece, bazen yağmur yağıyor. Birinci cemre havaya düştü. 2 haftadır antrenman yapamıyoruz bu nedenle bugün mesafe yapmaya karar verdik. Daha önceden gidip döndüğümüz çakarı geçmeye, maltepeye doğru yaklaşmaya karar verdik. Dikkatimizi çeken şey ise bir saat boyunca hiç mola vermeden kürek çekebilmemiz oldu. Bu iyi bir gelişme. 1 saatin sonunda hedeflediğimiz noktaya vardığımızda sıcak kahvemize kavuştuk. Dönüş yolunda da aynı tempoda 1 saat kadar kürek çektik. Birazdan uydu haritasında katettiğimiz mesafeyi hesaplayacağım. Yanılmıyorsam 12 km. civarı olmalı..
(22.02.2009) cep telefonum boğuldu…
Hava 3-5 derece arasında değişiyor. Evden çıktığımda kar atıştırıyordu. Bugün de Caddebostan plajından çıkacağız ve herhangi bir planımız yok. Rüzgar karayel estiğinden deniz çok durgun, Türk Bayraklarının asılı olduğu yüksek direklerden bazıları görüş alanımızda olduğundan, dalgalanma durumlarına göre rüzgarı hesaplamak kolay oluyor. Başlangıçta bayrakların dalgalanma açısı 50 derece civarıydı ve denizin durgunluğunu da görünce güzergah kafamızda hemen beliriverdi; Kınalıada’ya gidiyoruz. Aslında sular ısınmadan Kınalıya gitmeye niyetimiz yoktu ama birden karar verdik ve işte gidiyoruz. Kıyıdan uzaklatıkça deniz nispeten hareketlenmeye başlasa da devam ettik. Orta mesafeye geldiğimizde artan rüzgar tam arkamızdan şiddetini artırmaya başlasa da tam yol ilerledik. Tam olarak 50 dakika sonra Kınalıada Spor Kulübü tesislerine vardık. Şöyle birkaç fotoğraf çekmek için cep telefonumu yeleğimin cebinden çıkardım ki maalesef su içerisinde kalmış olduğunu üzülerek fark ettim! Kanoya kurban verdiğim ilk eşyam telefonum oldu maalesef. Tuzlu su olmasaydı kurtulma şansı yüksekti ama çıkışta tatlı suyla yıkasak da fayda etmedi. Aklınızda bulunsun suya düşmüş bir telefonunuz varsa sudan çıkarmadan, bir poşet aracılığı ile balık gibi taşıyarak servise götürmeniz daha iyidir. Bu şekilde oksitlenme yapmaz. Ancak pilini çıkarmayı unutmayın. Benim telefon serviste, yaşayacakmı bilemem, üzgünüm. Bu nedenle günlüğümü okuyupta etkilenen dostlarım benden habersiz bir araya gelip yeni bir telefon alarak bana bir Samsung SGH D880 ‘i doğum günümde (ki 14 nisandır) hediye etmeye kalkarlarsa baştan biraz naz yapar sonunda kabul ederim. Hediye vermek kadar almak da bir erdemdir sonuçta. Adanın kıyı şeridi çok dalgalı olduğundan yanaşmadık, kahvemizi keyifle yudumlayıp döndük. Dönüş yolunda dalgalanan bayrak açısının 90 dereceye çıkmış olduğunu gördük, zaten bu da bizim sevdiğimiz şeydir; “Rüzgara ve dalgaya karşı kürek çekmek”. Dönüşümüz 65 dakika sürdü, Caddebostan sahili bıraktığımız gibi halen sükunetini koruyordu. Günün ana fikri: Kıyıdaki havaya aldanıp ön cebinize koyduğunuz bir telefonunuz varsa, açılmamak gerek!
(29.01.2009) sapanca 3. Gün…
Saat sabah 07:00. Hafif yağmur var. Kampımızın bu son gününde planımızda gölün doğu kıyısını keşfetmek var. Bugün itibariyle sapanca gölüne dair tek bir planımız kalıyor; başka zaman bir kez daha gelip gölün tamamını dolaşmak. Bunun için 4-5 saat gerekli diye düşünüyoruz. Göründüğü üzere sapanca gölü yumurta şeklinde elips bir yapıya sahip. Aktif bir fay hattının da tam üzerinde. Zaten bu gölün oluşma sebebi de bu değimli. Neyse, bu sabah kısa bir antrenman planladık. Kahvaltıyı kaçırmak istemiyoruz. Kahvaltı demişken kahveyi arabada unuttuğum için gölde kahve keyfi başka bahara kaldı. Gölün bu kıyısında da bir buçuk saatlik bir antrenmandan sonra sudan çıkıyoruz. Bu tarafta da görülebilecek güzel yapılar varmış, güneşli bir gün gelip iyi bir fotoğraf makinesi ile hoş kareler yakalanabilir.
(28.01.2009) sapanca 2. Gün…
Sıkı bir kahvaltıdan sonra 12:45’te aynı noktadan suya indik. Yaklaşık 13 sene önce bu gölde, adı seka kampı olarak geçen bir yerde üniversite adına su kayağı eğitim kampı yapmıştık. Kamp liderimiz her Marmara B.E.S.Y.O. öğrencisinin iyi tanıdığı bölüm başkanımız Prof. Dr. Hasan Kasap’tı. Kulakları çınlasın, o kadar etkili bir antrenman bilgisi vardır ki; sabaha kadar uyumayıp iki saatlik uyku ile güne başlayan bizlere öyle bir sabah antrenmanı yaptırırdı ki ayılmamak mümkün değildi! O günlerin hatırına kamp yerini bulma umuduyla dünkü güzergahımızın tersine gölün batı ucuna doğru gitmeye karar verdik. Her şey çok değişmiş gibi geldi bana. Özellikle gölün suyu eskisi gibi temiz değildi. Göl üzerinde birçok ufak tefek su yılanı başı görünürdü şimdi ise hiç rastlamadım. Belki mevsimseldir. Hatırlıyorum, su kayağı için kullandığımız sürat teknemiz gölün suyunu kirletiyor diye tepkiler almıştık. Gölün şimdiki haline bakıyorum da; geçen zaman içerisinde göl havzasına inşa edilen yapılar yüzünden su berbat duruma gelmiş. Bize gösterilen tepki çok normaldi tabiiki ama sonraki tutum hiç de normal değil! Neyse, kampın olduğu bölgeyi güç bela bulduk. Koç Holding’e satıldıktan sonra o kadar değişmiş ki aradığım yer olduğundan emin olamadım. Kıyı boyunca tanıdık gelen sazlıkların içinden kanomuz ile geçmek güzeldi. Dönüş yolunda gölün ortalarına doğru ilerleyip suyun nispeten daha temiz olduğu alanda kahvemizi yudumladık. Hemen belirteyim; buradan kartepe manzarası görülmeye değer. Göl üzerinde sürü halinde konaklayan karabatakların yaklaşan kanomuzdan korkupta topluca havalanmaları sırasında su üzerinde uçarlarken duyulan kanat sesleri ve sürünün görüntüsü anlatılamayacak kadar güzeldi. Seyahatimizin bitmesine yakın artan rüzgarın kaynağını bilemediğimiz ıhlamur kokusunu bize kadar getirmesi tarifsiz bir tat verdi. Günün sonunda; görünürlerde bizden başka kimselerin olmadığı bir göl, karşımızda kartepe, damaklarımızda harika bir kahve tadı ve burnumuzda taze ıhlamur kokusu enflasyonu kaldı. Daha ne olsundu!
(27.01.2009) sapanca 1. Gün…
Sakarya’ya bağlı Sapanca’dayız. İstanbul’un doğusunda, yanılmıyorsam 100 Km. mesafede. Bu gölde hali hazırda kürek ve durgunsu kano müsabakaları tertiplenmekte. Diğer zamanlarda ise oldukça sakindir. Otelimize yerleşir yerleşmez soluğu göl kenarında aldık. Gölün bu kısmı Kırkpınar olarak geçiyor. Kano Şampiyonaları 2 gün sürdüğünden, birinci gün sonunda İstanbul’a dönmek yerine geceyi geçirmek için Gökmen’le çadır kurduğumuz yer burası. Bugün hava 16 derece ve güneşli bir gün. Bu havada neopren elbise giymedik. Altımızda goretex bir eşofman ve üzerimizde t-shirt var. Su oldukça durgun. Göl deyip geçmeyin, genellikle saat 15 ten sonra sapancanın havası fena bozar, tüm aktiviteler tatil edilir. Suya indiğimiz kıyının tam karşısında küçük bir yerleşim birimi ve onun cami minaresi gözümüze ilişti. Biz de ilk gün rotamızı tayin etmiş olduk. Karşı kıyıya vardıktan sonra kumanyalarımızı yiyip, gölün doğu kıyısından ilerleyip bir süre sonra başladığımız noktaya doğru kürek çektik. İki saatlik antrenman sonunda gölün en geniş yerinden karşıya gidip dönmüş olduk. İlk gün için bu kadar yeterli..
(24.01.2009) sayımız arttı…
Bugün aramıza yeni arkadaşlar katıldı, bu nedenle antrenmandan çok eğitime ağırlık verdik. Hanife, Kübra, Ruken, Sinem, ve Ben toplam 5 kişiyiz. İlk kez bu sayıda bir gezi grubumuz oluyor. Yeni arkadaşların şansına hava mükemmel, deniz oldukça müsaitti. Anadolu Hisarı’ndayız. Öncelikle küçük bir bilgilendirme toplantısının ardından suya indik. Amacımız sadece Göksu Deresi’nde 1 saatlik kürek kullanma, dümenli-dümensiz seyahat ve kano park ağırlıklı bir eğitim. Derenin gidilebilecek son noktasına kadar sorunsuz ilerledik. Aynı şekilde iskeleye de rahatlıkla döndüğümüzde daha fazla vaktimizin olduğunu görünce, arkadaşların da bu işe çok çabuk adapte olabilmelerini fırsat bilerek denize çıkmaya karar verdik. İlk olarak dere ağzından sola kıvrılıp Küçüksu Kasr’ı yanındaki kumsala yanaştık. Burada kanolarımızdan inerek biraz dinlendikten ve bazılarımız : ) kahvesini içtikten sonra Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün altına kadar gidip dönmeye karar verdik. Grubun bu etaptaki performansı da harikaydı. Suya indikleri ilk dakikaları hatırlıyorum da şimdiden teknikleri epey gelişti. Umarım sürekli antrenman ile çok iyi bir seviyeye gelirler. Köprünün altında topluca ve yan yana tutunup, manzarayı seyretmek keyifliydi doğrusu. Dönüş yolunda hızımızı artırabilmemiz geliştiğimizin göstergesiydi. Buna arkadaşlar kadar ben de çok sevindim. İtiraf etmeliyim ki; gruptaki iki erkek sporcunun kalan dört bayan sporcuya ait kanoların da taşınması, yıkanması, yerleştirilmesi işi başlangıçta gözümü korkutmuştu ama bayanlar sağolsunlar çok yardımcı oldu. Bir çırpıda tüm işleri bitirdik. Laf aramızda, bu durum bir grubun devamlılığı için önemlidir! Sonrasında çok istememize rağmen Çengelköy’de aracımızı park edecek bir yer bulamadığımızdan burada börek yiyemedik. Ama birdahaki sefere mutlaka…
(18.01.2009) yoğurt bile sipariş ettik…
Bugün çok şey oldu, nereden başlasam bilemiyorum. Yazmak zor her şeyi.. Bugün Anadolu Hisarı’ndan çıkıyoruz. Hava 0 (sıfır) derece ve sabahın 7’sinde her yer donmuş durumda. Kayıkhanenin önündeki buzlu alanda hazır fırsat bulmuşken arabamızın ASR yeteneklerini deneyelim dedik. Güvenli ve buzlu alanlarda sizde aracınızın ABS ve ASR tertibatını denemeyi ihmal etmeyin. Neyse, bugün Özkan’da bizimle olacak. Epeydir antrenmansız kendisi, K2 ile baş edebilirse bize yetişir diye düşünüyoruz. Yanlış anlama sonucu Özkan eldivensiz! Böyle durumlarda K2 kullananlardan biri eldivenlerini K1 deki arkadaşına vermeli. Nasıl olsa partneriyle nöbetleşe kullanabilir. İyiki öyle yapmışız çünkü bir süre sonra Özkan’dan koptuk. Planımız Beykoz’a gidip, dönüşte tost yemek. Deniz harika ve güneş ortalığı ısıtmaya başladı bile. Biz de gaza gelerek oranın tam adını bilmiyorum ama Tarabya otelinin hizasına kadar geldik. Melen çayı aktarım istasyonunun tam önü. Yaklaşık 1,5 saat kürek çektiğimizi fark ettik. Bu iyi bir gelişme. Bu alanda kahvemizi keyifle yudumluyoruz. Eniştem; bu kadar açılmakla iyi ettiğimizi çünkü ters akıntıya karşı kürek çektiğimizden dönüşün çok kolay olacağını söyledi. Kahvemizin geri kalanını tost ile birlikte içeriz diye dönüş yoluna koyulduk ki, deniz hafiften rüzgarlı ve hafif dalgalı bir hal almaya başladı. Çok az gitmiştik ki; durum her geçen dakika kötüleyeme, hava bozmaya başladı. O an anladım ki, ilk günlerde Üsküdar maceramıza benzer bir durum ile karşı karşıyayız ve ne mutlu bana ki bunun tek sorumlusu eniştem bu kez :) Güneş tam karşıdan vurduğundan çubuklu tarafı silüet şeklinde ve puslu hava yüzünde de zor seçiliyor. Epey zorlu bir mücadele sonunda İ.B.B. tesisleri iskelesine yanaşıp tostlarımızı sipariş ettik ancak beklemek zor oldu. Kanoyu kontrol etmek mümkün değil. Buna rağmen tostlarımızı yiyip kahvemizi içebildik. Hava daha da bozmadan hemen yola koyulalım dedik ama esen sert rüzgar yüzünden kürek çekmek çok yorucu hale geldi, çünkü karşıdan esen rüzgar palalarımızı havaya kaldırıp ileri doğru atmamızı yani kürek çekmemizi engeller oldu. İşin kötü tarafı zaten deniz patlamış ve kıyıda balıkçıların kamışları ile uzaklara olta attığı o tehlikeli alanın dışında kalabilmek için açıktan gidiyoruz bu kez de deniz oralarda daha beter. Yüzümüze kamçı gibi vuran soğuk ve tuzlu deniz suyunun suratlarımızı ne hale getirdiğini varın siz düşünün. Buzlu camın arkasından bakıyor gibiyim diyen eniştem gözlüklerini çıkarmak zorunda kaldı. Ben ise tuzlu su yüzünden yanan gözlerimi açamadan acı ile yönümü bulmaya çalışıyorum. Ben dümendeyim. Bir süre sonra yüzümüzün tuzdan dolayı iyice gerildiğini, bembeyaz bir hal aldığını gördük. Yuttuğumuz suları saymıyorum bile. Biz zorlu doğa koşulları ile mücadele ederken, bir yolcu teknesinin üzerine çıkmış, kamışlarıyla balık tutmaya çalışan kalabalık grubun görüntüsünü fark etmemek olmazdı, komik ve hoş bir manzara. Biz onlara ilgi ile bakarken onlar da aynını yapmakta gecikmedi zaten. Boğazın en zor yerlerinden geçerken ve özellikle kıyıdan güvenli mesafede gittiğimizi düşünürken, kıyıdan kamış ile fırlatılmış bir kurşunun tam yanıma mermi gibi düşmesi korkutmadı desem yalan olur. Düşünüyorum da, balıkçılar akıntının ve rüzgarın şiddetli olduğu zamanlarda oltalarına nispeten daha ağır kurşun takarlar ve bugün onlardan biri başımıza isabet etseydi vereceği zararı düşünmek bile istemiyorum. Şanslıydık ama dilerim bir daha olmaz. Güç bela kanlıcaya vardık. Ne demişler; “tecavüz kaçınılmaz oldumu zevk almayı bileceksin”. Kanlıca iskelesinin dibine sığınma planları yaparken, hem soluklanır hem de daha önceden yapmadığımız bir şeyi yapmak geldi aklımıza. Tabii ki yoğurt yemek! Bol şekerli yoğurttan sonra mola vermeden iyice artan rüzgarla ve dalgalarla boğuşarak 10:30 da bitirmeyi planladığımız antrenman 11:45 de tamamlandı. Özkan, Göksu dere köprüsü üzerinde yolumuzu merakla ve endişe ile beklerken birbirimize bakışlarımız ile çok şey anlattık. Neyseki kazasız ama yorucu, zevkli bir geziyi de tamamlamış olduk. Planlarımız arasında Anadolu Kavağına kadar gidip balık yemek de var…
(11.01.2009) caddebostan plajındayız…
Bugün Caddebostan plajının kum zemininden denize inmeye karar verdik. Hava ısısı 5 C derece, deniz hiç olmadığı kadar durgun ve mükemmel. İşin ilginç yanı; alışkanlıktan olsa gerek durgun su pek keyif vermedi sanki. İnsan hırçın sularda daha keyif alıyormuş. Havanın ve denizin durgun halini fırsat bilerek, direkt deniz fenerine doğru yol aldık. Amacımız fırtınalı havada yanaşmaya çekindiğimiz çakarı ve gizli adayı yakından görmek ve tabii ki kahvemizi keyifle yudumlamak. Genelde 1 saatte aldığımız yolu bugün yaklaşık 35 dakikada alabildik. Böylece kahveye de fazla zaman kaldı. Rüzgar ve yağış olmadığından standart kıyafetlerimizin içinde epey terledik. Neyse ki dönüşte hafiften kar yağdığı için dönüşümüz daha konforlu oldu. Demek ki; havada rüzgar ve yağış ihtimali yoksa yağmurlukları giymeye gerek yokmuş, sadece neopren yeterli olurmuş. Saat 09:30’da Caddebostan’da olmalıyız çünkü Mehmet Ali çekim yapacak. Mehmet Ali, eniştemin damadı. İngiltere’de yaşıyor. Sağolsun kanomuzun alınmasında çok yardımı oldu. Bu kez fırsat bulamadık ama birdahaki sefere O’nu da kandırıp kanomuza bindirmeyi amaçlıyoruz. Kararlaştırdığımız saatte Mehmet Ali’yi sahilde kamera sehpasını kurmuş, bizi bekler vaziyette görebildik. Birkaç kısa çekimin ardından özellikle sudan çıkış ve kanonun araca yüklenmesini videoya aldık. Birkaç da fotoğraf tabi. Aklımda kalanlar; O kadar hırçın suda devrilmeden antrenman yaptık da bu gün durgun suda az daha devriliyor olmamız ve kürek antrenmanı yapan sporcuların denizdeki görüntüleri. Ha bir de eve geldiğimde yaptığım uzun kahvaltı…
(04.01.2009) kahve molasını biraz abarttık!
Dalyan'dayız yine, hava 5 derece ve hafif yağmur var. Yağmur öyle güzel yağıyor ki, tadından yenmez! Deniz de bir harika. Bugün diğer günlerden farklı olarak kahve molasında işi biraz abarttık ve pasta da yedik :) Her zamanki gibi bostancı'yı biraz geçtikten sonra döndük. Acemi arkadaşları ilk olarak kanoya bindirebilmemiz için müsait koylar aradık bugün. Caddebostan plajı çok ideal bir yer eğitim için. Hem dibi kum hem de dalgakıran sayesinde korunuyor, bu nedenle su genellikle çok durgun. Düşündüm de yaz aylarında burada kurtarma eğitimi bile yapılabilir. Bitiş noktasında bugün kamera çekimi yaptık, dışarıdan nasıl görünüyoruz merak ediyorum. Deniz durgun olunca suyun dibi görünüyor, inanın böylesi çok daha keyifli.. Önümüzdeki günlerde ömerli baraj gölü, sapanca ve haliç denemelerimiz olacak.
(01.01.2009) hoşgeldin yeni yıl…
Yılın ilk günü. Isı 6 derece, hava az bulutlu, rüzgar güneyden lodos şeklinde esiyor. Esen lodos yüzünden ısı biraz artmış ama deniz durgun değil. Zaten havanın ısısını düşüren poyraz kuzeyden estiği için deniz durgun olur ki bu parkurda bizim işimize gelir. Tek hendikabı; ısı düşer. Zaten biz de özellikle soğuk havada nasıl bir performans göstereceğimizi bilmek istiyoruz. Üzerimde 2,5 mm. kalınlığında Cressi-Sub Shorty Neopren var. Bugüne kadar tüm antrenmanlarda da kullandım bu ürünü, eniştem ilk kez deniyor. Neopren üşümenizi ciddi oranda önler, yarı ıslak bir malzeme olduğundan vücudunuzun hava almasına izin verir. Ancak ıslandığında az da olsa üşümeniz olası, bu nedenle elbisenizin ıslanmasını engellerseniz daha konforlu bir gezi yapabilirsiniz. Doğrusunu söylemek gerekirse neopreni, suya düşersek işe yarasın diye giyiyorum. Kışın sokakta nasıl giyiniyorsanız o şekilde de kano yapabilirsiniz ama devrilme durumunda tüm elbiseniz ıslanacağından çok ağırlaşır ve yüzemezsiniz. Daha da kötüsü vücut ısınız hemen düşeceğinden ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalırsınız. Ayrıca antrenman sırasında vücudunuzun iyice ısınmış olduğunu da hesaba katarsanız, şok geçirmeniz olası. Bilmeniz gerekir ki; insan vücudunun ısısı aniden 2 derece düşerse, kişi maalesef ölür! Sonuç olarak; Suya düşmeniz durumunda vücut ısınızı koruyacak bir neopren elbiseye, antrenman sırasında terli vücudunuzu ve sizi yağmurdan-rüzgardan koruyacak su geçirmez bir kıyafete şiddetle ihtiyacınız var... Doğa sporları malzemeleri satan mağazalardaki ürünler oldukça pahalıdır, ben alternatif olarak motosiklet ekipmanları satan dükkanları öneririm. Su geçirmez bir alt-üst yağmurluğu 30 TL. ye ve yine su geçirmez bir eldiveni 25 TL. ye alabilirsiniz, üstelik pahalı ürünlerden daha fazla iş görür. Ben öyle yaptım, tavsiye ederim. Özetle üzerimde; En altta bir neopren elbise ve onun üzerinde yağmurluk var. Eldiven ve spor ayakkabı da. Neyse gelelim gezimize: Yine dalyandan açıldık. İstikamet bostancı deniz otobüslerinin yakınından geçtiği deniz feneri diğer adıyla çakar. Amacımız mola vermeden 1 saatte çakara varıp kahve molası vermek ve dönmek. Vardığımızda güneş yeni batmış olacak, dönüşte karanlığa kalacağız. Giderken deniz dalgalıydı ama pek sorun yaşamadık tam bir saatte çakara vardık ama yanaşmak mümkün olmadı. Dipnot; Çakara böyle havalarda yanaşmak akıllca olmaz heran bir kayaya bindirebilir ve alabora olabilirsiniz. Biz biraz yanaştık ama orada adeta suya batmış bir ada ile karşılaştık. İnanılmazdı! Sanki sular 2 metre kadar çekilse kocaman bir ada daha ortaya çıkacak. Bu nedenle kahve molası veremeden dönüşe geçtik. Rüzgar ve dalga yandan geldiği için dönüş zor oldu. Benim motosikletçi eldivenim harika performans gösterse de eniştemin yarım parmak bisikletçi eldiveni sukoyverdi. Artık kürek çekemez duruma gelen eniştemle eldivenleri değişirken maalesef onunkilerden biri denize düştü ve karanlık sularda kayboldu. Akabinde benimkilerden biri de düştü ama neyseki onu alabildik. Sudan çıktıktan sonra bile eniştem ellerindeki üşümeyi gideremedi. Bense fena durumda değildim, soğuk havalarda eldivensiz dolaşmaya alışkın olmamdan sanırım. Sahilin ışıkları sayesinde rahatlıkla önünüzü görebiliyorsunuz, gece bu güzergahta kano ile gezmekten çekinmeyin, zaten gözünüz de zamanla karanlığa alışıyor. Bu gibi durumlarda kullanmak üzere küçük bir madenci lambası bulundurmanızda yarar var. Kıyıya çok yanaşmadık çünkü orada su daha fazla dalgalı ve düzensiz. Direkt fenerbahçe burnunu hedef almanız ve öyle gitmeniz daha doğru. Biz bu şekilde tam 1 saatte başladığımız noktaya dönerek 2 saatlik antrenman programımızı kazasız belasız tamamlayabildik. 2 saat durmaksızın kürek çekebilecek hale gelmişiz demekki. Kahveyi soracak olursanız tabiiki içtik. Ama otoparkta :)
(20.12.2008) moda'yı takip edemedik!
Bu kez Eniştem ve Ben K2 ile tek yönlü bir gezi planladık. Anadolu Hisarından başlayacak ve Fenerbahçe'de bitecek. Dönüş yok, gidiş ise 2 etaptan oluşuyor; ilk etap Anadolu Hisarı-Üsküdar Vapur İskelesi arası, ikinci etap ise Üsküdar-Dalyan arası. İlk etap zaten bildiğimiz parkur, akıntı olursa daha kolay geçilir olmasa bile rahat bir etap. Ama diğer etap için tecrübemiz yok ve daha da kötüsü epey deniz araç trafiği var. Çünkü yolumuz üzerinde sırasıyla üsküdar, harem, haydarpaşa ve kadıköy sehir hatları vapur iskeleleri mevcut! 
Dünden beri çok yağmur yağdı ve saat sabahın 05:45'i yağmur halen devam ediyor. Vazgeçmek yok. Sağolsun ofisten Adem ağabey bizi Hisara bırakıp geri döndü. Biz kendisini parkur bitiminde arayıp bizi almasını isteyeceğiz, plan bu. Akıntı olmamasına ve hatta ters rüzgar esmesine rağmen ilk etap tam 1 saat sonunda kolayca tamamlandı. Takvimlerde yazdığına göre bugün fırtına olması bekleniyormuş, fırtına dönümü gibi de bir adı var. Eskiler bu tip konularda pek yanılmaz. Neyse ilk etap boyunca hiç dinmeyen yağmur yüzünden epey ıslandık. Mola vermeden devam kararı alıp, tüp geçit şantiyesine doğru yola devam ettik. Güvenlik dubalarının dışından mı, yoksa inşaat için denize uzanmış büyük iskelenin altından mı geçelim derken, kendimizi iskelenin altında bulduk, daha da kötüsü kanoyu bizim kullanmadığımızı farketmemizle iskelenin ayağına doğru hızlıca yandan çarpmamız bir oldu. Devrilmediğimiz için çok şanslıydık. İskele ayaklarından kendimizi korumak için kollarımızı kullandığımız sırada küreklerimizi düşürmemiş olmamız şans. İskele ayakları kıyıya çok yakın olduğundan, onlardan kurtulalım derken bu kez de kıyıdaki yüksek duvara doğru sürüklendik ve aynı türden bir badere de orada atlattık. Neyse kazasız belasız, sola dönüşte hareme doğru yönelebildik. Burada biraz soluklandıktan sonra 2 dalgakıranın arasından kadıköy'e doğru yöneldik. Dar boğazda su durgundu ama doğal olarak şehir hatları vapurları çok yakınımızdan geçtiğinden büyük dalgalarla uğraşmak epey yordu bizi. Halen yağmur devam ediyor bu arada. Haydarpaşa vapur iskelesini geçer geçmez galgakıran sonunda deniz kabarmış olarak beklediğinden kahve molamızı burada vermeye karar verdik, verdik ama içmek kısmet olmadı, bu kez açığa sürüklendik istemeden. Apar topar termosu toplayalım derken, kadıköy iskelesini açıktan direkt geçerek moda istikametine doğru yöneldik. Fenerbahçe burnuna kadar olan açık alanda denizin durumu hiç de iç açıcı değildi ve artık dengemizi sağlamaya çalışmaktan kürek dahi çekemez olduk. Buna rağmen devam etme kararı almamız ile bu kararı bozmamız 5 dakikamızı aldı. Yapılacak tek şey Haydarpaşa iskelesine dönüp oradan karaya çıkmak. Kadıköy'de kıyıya çıkacak bir yer yok. Son bir gayret ile vapur ve motorlu yolcu teknelerinin arasından güç bela sıyrılarak iskelenin yanında merdivenli bir alana yanaşıp, kıyıya doğru yöneldik. Burada Adem ağabey'i arayıp; - Abi biz Haydarpaşa Tren istasyonundayız dediğimde şaşkınlığını anlatamam. O bize çok güldü biz onun tepkisine daha çok güldük. Telefonu kapatırken atlayın bi trene gelin dediğini duydum :)
Onu beklerken durgun sularda şu yarım kalan kahve keyfimizi tamamlamayı akıl ettik ama bulunduğumuz yerde su epey pisti. Yine de Haydarpaşa Tren Garının sanat harikası binasına ve bizi izleyen görevlilere doğru kahvelerimizi yudumlayabildik. Kahve bitince çıkalım da adem ağabey gelmeden zaman kazanalım dedik ama çıkmak da o kadar kolay olmadı zira yanı başımızda dakikada bir kalkan veya yanaşak motorların dalgası bizi perişan etti ama olsundu :)
Merak etmeyin devrilmedik ama garın girişindeki otopark kulübesinin yanında bizi alacak aracı beklerken halimizi gözünüzün önüne getirin; Yerde duran tuhaf bi tekne, başında sırıksıklam 2 deli, üzerlerinde etek ve can yeleği sağa sola bakınıyor, birinin ayağında ayakkabı yok, çorapla bekliyor..
Günün ana fikri; Böyle bir gün geçirdiğinizde sizi alması için gelecek olan araca, klimayı sonuna kadar açıp araç içini fırın haline getirmeden gelme! diyin :)
Bir de koltukların ıslanmasını istemiyorsa oturabileceğiniz büyüklükle naylon parça getirsin...
(13.12.2008) işi abarttık, kanoya tost sipariş ettik…
Anadolu Hisarı’ndayız. Bugün boğazı tercih ettik, hava kapalı ama deniz harika. Arkadaşımız Serkan Günel ve onun arkadaşı Erdal’da bugün ilk kez bize katıldılar. Gökmen onlara yardımcı oldu, Özkan ise uyanamadığı için gelemedi. Üç kişi K1 ile, ben ve eniştem ise K2 ile çıktık. Biz K2 ile önden gidip uzaklaştık, diğerleri pek fazla açılmayacaklar bugün. Tam 1 saat sonunda Paşabahçe’ye vardık. Yanlış hatırlamıyorsam dönüşte Çubuklu Hayal Kahvesi’nin oralarda bir restoran var, Büyük Şehir Belediyesi’ne ait. İskelesine yanaşıp kanomuzdan inmeden tost siparişi vererek garsonları şaşırttık. Sağolsunlar çok yardımcı oldular, o tarafa giderseniz mutlaka uğrayın kaşarlı tostu güzel. Biraz ötede balıkçı tekneleri ağ atıp balık çekiyorlardı, epey çinekop çektiler. Tüm bu seramoniyi çok yakınlarından izlerken kahve keyfimizi unutmadık tabi. Ağlar toplanınca bir kasa balık satmaları yönündeki talebimiz kibarca balıkçılar tarafından reddedildi. Bugün öğrendim ki; bereketi kaçmasın diye tekneden balık satmıyor balıkçılar. Ama yemek için ücretsiz vermeyi de ihmal etmiyorlar sağolsunlar. Bu da denizin yazılı olmayan ama mutlaka riayet edilen yasalarından biri.
(11.12.2008) istikamet kınalıada…
Bugün K2 ile adaya gitmeye kararlıydık ama fazla lodos vardı cesaret edemedik. Bostancı tarafına doğru dalgaya karşı kürek çekmek fazlasıyla keyifli ama dönüş pek tat vermedi. Dalga ve rüzgar arkadan gelince kano sörf yapıyor. Güzel ama dengede kalmak zordu. Sabahın erken saatlerinde bostancı sakinleri çaylarını bize doğru içerken biz de onlara doğru kahvemizi yudumladık. Kınalıya gitme fikri daha sonraya kaldı. Ada’ya giderken deniz otobüslerinin hattını keserek gideceğiz, biraz riskli olabilir. Aslında deniz yasalarına göre motorlu taşıtlar motorsuzlara yol vermek zorunda (tabi görürlerse!)..
(22.11.2008) kınalı'ya karşı kahve keyfi…
Eniştemle Dalyan’dan yine Bostancı istikametine gittik. Bu kez biraz daha ileri tabi. Geçen sefer almayı unuttuğum kahve termosumu bu kez unutmadım. Molada kahve iyi gidiyor. Bu arada bir şey fark ettik; termosta beklemiş sade hazır kahve daha lezzetli oluyor. Yeni hazırlanmış kahve ile arasında dağlar kadar fark var. Karşıda Kınalı Ada görünüyor. Haftaya adaya gidelim diyoruz, bakıcaz..
(10.11.2008) k2 'miz geldi…
Nejat Özer sınırlarını zorlayan ender insanlardandır. Ben ona enişte derim, çünkü eniştem. Günlüklerde nasıl hitap etsem bilemiyorum. Zira adı çok geçecek, çünkü kano zehrini bünyesine saldıklarımın başında gelir. Öyle ki; yurt dışına gidip kendi kanosunu bizzat aldı geldi. İkili bir tekne, K2 diyoruz. Tekli olanları da doğal olarak K1. Başlangıçta kararsız kaldık iki tane K1 mi alsak yoksa bir tane K2 mi alsak daha keyifli olur. İyiki K2 almışız, tavsiye ederim. Neyse kanomuz geldi. Denize çıkıp denemek için sabırsızlanıyoruz. 15 kasımda suya indiriyoruz..
(08.11.2008) beş tabak börek yedik…
Geçen sefer beykoz tarafına gittiğimizden bu kez bir değişiklik yapıp dere ağzından sola kıvrıldık, ver elini üsküdar. Nasıl olduğunu anlamadık ama geçen haftaya kıyasla çok kısa sürede daha uzun mesafe yaptık. Beylerbeyi sarayını geçip boğaz köprüsüne ulaştığımızda, Gökmen dönmemizi önerse de ben Üsküdar' a kadar gitmekte ısrarcı oldum sağolsun kırmadı. Günün sonunda kırmadığına da pişman oldu zaten :)
Üsküdar iskelesinden döndük ve kürek çekmeye devam ettik, devam ettik, devam ettik...... sonunda halen iskelenin bizimle birlikte geldiğini fark ettiğimizde soğuk terler dökmeye başladık çünkü akıntıyı hesaba katmadığımızı henüz farketmiştik. 
Gidişte yalılara ait göremediğimiz detayları dönüş yolunda rahatlıkla gördük çünkü akıntıya karşı her bir yalının yanında en az 10 dakika kürek çekiyorduk :)
Yol boyunca dinlenmek için durmak imkansız aksi halde geri gidiyorsunuz. Hal böyle iken 2 saat planladığımız gezimiz 3,5 saat kadar uzayınca Gökmen'in, içinde oldukça samimi kelimeler bulunan sitemkar cümlelerine maruz kalmamı saymıyorum bile! Hatta kendisi söylemeyi unuttuğu bana karşı duygu ve düşüncelerini içeren yeni cümlelerini eve döndükten sonra da tarafıma telefon aracılığı ile iletmeyi ihmal etmedi sağolsunl. Dönüşte Çengelköy'de beş koca porsiyon börek yememiz, ne kadar yorulduğumuzun bi göstergesi olsa gerek! Güzel geziydi ama..:)
(01.11.2008) ilk günümüz…
Deniz kanosu (sea kayak) antrenmanlarımızın (yoksa gezi mi demeliydim) düzenli olarak gerçekleştiği bu günlerde elimizden geldiğince günlük tutmaya karar verdik. Geçen ay neler yaptığımızı hatırlıyorum ama tarihlerde hata yapmış olabilirim...
Mesela bugün; Gökmen Öztürk ve Serkan Özkeskin (bundan böyle "ben" olarak anılacak) birlikteydik. Federasyonun Anadolu Hisari'ndaki kayıkhanesinden aldığımız kanolarımızla göksu deresindeki, kürekçiler için daha öncede hazırlanmış iskeleden suya indik. Kayıkhane dereye oldukça yakın ama arada geçmeniz gereken bir cadde var o biraz sıkıntılı. Özellikle sabahın erken saatlerinde çıkıyorsanız yoldan geçen soförler; ellerinde kano, bellerinde etek ve üzerlerinde de can yeleği olan birkaç deliyi görünce tuhaf bakıyor. Dere ağzından sağa doğru devam ederseniz beykoz istikametine yönelmiş olursunuz, biz de öyle yaptık. Çubuklu'ya kadar gidip döndük. Her gün üzerinden geçtiğimiz Fatih Sultan Mehmet köprüsünün bu kez altından geçmek keyifliydi. Boğazda kano yapıyorsanız kıyıdan kamış ile balık tutanlara dikkat etmelisiniz. Boğazdaki güzelim yalılara yakın gitmek çok zevkli ama balık tutulan bölgelerde açıktan gitmek akıllıca olur. Parkur bitiminde kanoları tekrar kayıkhaneye götürmek için gereken enerjiyi depoda saklamayı unutmayın, aksi taktirde kanonuzu omuzunuza kaldırdığınız gibi göksu deresini boylamanız olası. Biz ilk günün verdiği yorgunlukla epey zorlandık, ayağa kalkınca insanın başı dönüyor. İleride bu tip sorunlar yaşamayacaksınız merak etmeyin. Her defasında daha da keyif alacağınız bir aktivite haline geldiğini görünce kanoya bağlanacaksınız biliyorum. Kayıkhane girişindeki çeşmede tüm ekipmanı yıkayıp aldığımız gibi raflara dizdik. Bu detayları vermekteki amacım, aynı kanoları ve parkuru kullanmaya niyetli olan arkadaşlarımı bilgilendirmektir.. 

(Anadolu Hisarı Koordinat: 41 derece Kuzey 04'54.49" ve 29 derece Doğu 04'00.36")